Total Pageviews

February 21, 2014

Yaşanmış Bir Hikaye

Dağcılık KAZASI
Yazan: Hasan Akay

Bu yasadığım gerçek bir dağcılık hikayesidir...Bu yazıyı ODTÜ de Aralık 1975 de yazmıştım. Metni aynen aşağıdadır

==========================================================
Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Dağcılık Kulübu                              3 Aralık 1975

DEMİRKAZIK

Bu yazıyı olaydan bu kadar zaman geçtikten sonra yazmam ilk başta bana biraz saçma geldi. Ama birazda böyle olması gerekiyordu çünkü yakın bir tarihe kadar olayı hatırlamak bile istemiyordum. Artık bu konuda fikirlerim sakinleşti. Olayı hatırlayışım geçmişte olan diğer acı hatıraları hatırlayışımdan farksız. Gerçi bu benim şimdiye kadar başımdan geçenlarin en yıkıcısı ve anlatılmaz derecede üzücü olanı. Ama yinede insan alışıyor. İlk başlardaki gibi olay beynimi ve hafızamı zorlamıyor. Ben bugün bir şeyler yazmak istedimki benden sonra gelecek ve bu satırları okuyacak arkadaşlar hiç olmazsa ibret alarak daha dikkatli olsunlar.

Evet çok sevdiğim dağcılık sporunun bir parçası olarak kabul ettiğim Faruk Suner arkadaşımı ve Rezzan Okşar’ı kaybedeli sekiz aya yakın bir zaman geçti. Zamanda bu kadar geriye gitmek benim için ürkütücü ama ister istemez hatıralarım beni olayın başlangıcına, 16 Nisan 1975’e sürüklüyor.

ODTÜ’nun boykot nedeni ile kapatılma haberini alınca aklıma ilk gelen dağa çıkmak oldu. Uzun zamandan beri dağa çıkmamış olduğum için bunu yapmayı kesinlikle arzuluyordum. Faruk ile devamlı olarak dağlardan bahseder, nereye ne zaman çıkacağımızı tartışırdık. Fakat hep vakit azlığı yüzünden bir türlü fırsat olmazdı.

Bu sefer öyle olmadı. Onu gördüğüm zaman onunda dağa gitmeye karar verdiğini gözlerinin gülüşünden anlamıştım. Oturup nereye gideceğimizi kararlaştırdık: Demirkazık. Evet bir süre önce yaptığımz kış çıkışı denemesinde Demirkazık zirvesine yakın bir yerden dönmüştük. Bu sefer muhakkak çıkmalıydık. Arkadaşımız Rezzan da uzun zamandan beri dağa gitmek istediğini söylüyordu. Faruk ona haber verip gelip gelemiyeceğini soralım dedi. Rezzan’a bu konuyu açtığımızda gelmeyi çok istediğini ancak malzemesi olmadığını söyledi. Faruk malzeme bulmakta okulda tek olduğundan bu mesele kolayca halledildi.

Ertesi gün hemen yola çıktık. Demirkazık köyüne vardığımızda Mehmet Ağa bizi çok iyi karşıladı. Rezzan’ı çok sevdiler. Malesef köye geldiğimizden beri hava bozuktu. Oturup havanın açması için iki gün bekledik. Üçüncü gün havanın şiddeti hafiflemiş ve yağmur durmuştu. Dağa çıkmak isteği ile yerimizde duramıyorduk. Ne olursa olsun çıkışa başlamak istiyorduk. Rezzan’ın fikrini sorduğumuzda o daima “Siz neye karar verirseniz ben kabul ederim” diyordu. Faruk eğer çıkamazsak döneriz diyordu. Ben ise tam elverişli şartlar olmadıkça çıkmak istemiyordum. Fakat köye kadar gelip dağa çıkmadan dönmekte istemiyordum. Bunun üzerine Faruk’un fikrine katılıp çıkışa karar verdik. 19 Nisan gecesi saat 22:00 de Demirkazik köyünden ayrıldık.

İlk başlarda herşey iyi gidiyordu. Köyden ayrıldıktan iki saat sonra çarşak(ufak taşlardan oluşan yamaç)ın başına gelmiştik. Bir ara zirvedeki bulutlar sıyrıldı ve dağ ay ışığında parlayan karlar ile çekici bir mücevher gibi karşımıza çıktı. Sanki bize “haydi gelin, yüceliğime sahip olun” der gibiydi. O anda duyduğum mutluluğu saklayamadım ve arkama dönüp “Şu anda benden mutlu kimse yoktur” dedim. Rezzan, “Hayır var benim” dedi. Gülüştük…
Kar başlangıcında durup mola verdik. Yanımızda bulunan kramponu Rezzan’ın ayağına taktım. Teşekkür etti ve tekrar yola koyulduk. Çıkış gayet kolay oluyordu. Bir önceki gibi kar yumuşak olmadığından batmıyordu ve hava gayet ılıktı. Ertesi sabah 6:00 sıralarında çarşakın sonuna, kayaların başlangıcına vardık. Bu sırada hava kapatmış ve hafiften bir kar başlamıştı. Bir müddet sonrada görüş mesafesi iyice azalmıştı fakat dağı çok iyi tanıdığım için ciddi bir tehlike sayılmazdı. Ancak yinede görüş mesafesi çok kısıtlı olduğu için normal geçit yolu yerine yanlış bir rotaya saptık. Ben arkada gidiyordum. Bir ara Faruk bana ilerleyemediğini söyledi. Buzlu bir yamaca gelmiştik. Hemen öne geçip kazmanin yardımı ile buzu aştım. Yukarıda emniyete alacak bir kaya aradım fakat elimizdeki ip kısa olduğundan uygun bir kaya bulamadım. Kardan emniyete almaya karar verdim ve ipi onlara attım. Fakat ip dolaştiği için onlara yetişmedi. Bu arada Rezzan ipi tutacağim diye eldivenini çıkarmış soğuk iyice arttığından elleri hemen donmuş. Aşağıda Faruk onun ellerini ısıtmaya çalışıyordu. Ben ipi toplayıp tekrar attım. Yine ip yetişmedi. Bunu bir iki kere tekrarladımsa da bir netice vermedi. Çantamı çıkarıp karın üstüne bıraktım ve yavaş yavaş aşağıya inip ipin ucunu onlara verdim. Tekrar yukarı çıkıp kazma ile emniyet aldım. Elimdeki kazma kısa idi ve kar da çok yumuşaktı. Kazmaya var gücümle basıyor bir yandan da ipi gergin tutmaya çalışıyordum. Nihayet Rezzan yanıma geldi. Üşümüş olan ellerini kazağımın içine sokup ısıttım ve ona çantadaki yedek eldivenimi verdim. Bu sırada kendisi hiç bir şikayette bulunmamıştı ve cesareti beni şaşırtmıstı. Faruk’ta yanımıza geldikten sonra ben önden tırmanıp uygun bir geçit aramaya başladım. Bir müddet kaya tırmanışı yaptıktan sonra geldiğimiz yeri tanıdım ve geri dönerek Faruk ile Rezzan’ı yanıma çağırdım. Onlar yanıma geldikten sonra biraz mola verdik. Rezzan kaya tırmanırken biraz yorulmuştu. Fakat hiç şikayet etmiyordu. Tekrar yola koyulup geçite doğru ilerlemeye başladık. Zirveye giden boğazın dibindeki vadiye inerken Faruk çok dikkatli davranıyordu. Ben işe Faruk’un onbeş dakika harcadığı yerden bir dakikada adeta yuvarlanarak inmiştim. Rezzan emniyetle indikten sonra Faruk’u bekledik. Nihayet o da yanımıza geldi. Buluştuğumuz yer bayağı dikti ve kar çok derindi. Her an bir kayma olacağını söyleyip çok dikkatli olmasını Rezzan’a hatırlatıyordum. Ben önden gidip ip ile onları emniyete aldım. Kısa bir müddet sonra boğazın dibine vardık. Kar çok yumuşak olduğundan her adım bizi olduğumuz yerden çok az öteye götürüyordu. Kısa adımla ilerlemek imkansızdı. Ancak ayağımı yarım metre yukarı attığım zaman on santim kadar yükselebiliyordum. Bu şekilde batı duvarının sonuna vardık. Çıkışı tam dik yaptığımızdan zirveye giden geçit aşağıda kalmıştı. Artık zirve hizasına gelmiştik ve geriye sadece ince bir boyun kalmıştı. Boynun bir tarafı çok dik olan kuzey yüzü diğer tarafı da güney yüzü idi. Bu şartlar altında Rezzan ve Faruk zirveye gitmenin gereksiz olduğunu gayemize ulaştığımızı düşündüler. Ben ise yinede zirveye gitmek istiyordum. Onları orada bırakıp tek başıma yola koyuldum. En azından deftere çıktığımızın ispatı olan bir imza atmak istiyordum. Fakat bir müddet sonra yan geçiş yapmam gerekti ve kayalar tehlikeli bir şekilde buzlu ve kaygan idi. Yalnız olduğum için ve emniyet bulunmadığı için şansımı daha fazla zorlamak istemedim ve geri dönmeye karar verdim. Deftere imza atmanın bu kadar önemli olmadığına kendimi inandırdım, nasıl olsa zirve yüksekliğine erişmiştik zaten.

Onbeş, yirmi dakika kadar dinlenip dönmeye karar verdik. Faruk inerken Rezzan’ı emniyete almamı söyledi. Ben ve Rezzan ipe bağlandık. Faruk önde arkasında Rezzan ve ben inişe geçtik. İnişe henüz başlamıştıkki ne olduğunu anlayamadım. Altımdaki kar kopmuştu, ve yeni yağan kar altındaki sert kar üstünden çığ gibi akıp gidiyordu. Kazmayı saplayıp durmaya çalıştım. Çabam nafile idi. O anda tek düşündüğüm Rezzan’a ne olduğu idi. Arada sırada onu görur gibi oluyordum. Bağırmak ve bir şeyler söylemek istiyordum ancak ağzıma, burnuma dolan karları üfleyip nefes almaya çalışmaktan başka bir şey yapamıyordum. O an kulaklarımdaki uğultuyu ömrüm boyunca unutamam. Tek düşündüğüm şey ne zaman bir kayaya çarpıp öleceğimdi. Bir ara yavaşladığımızı fark ettim. Nihayet içinde bulunduğumuz kar seli yavaşladı ve durdu. Kendimi toparlayınca aklıma ilk gelen Rezzan oldu. Ona baktım az ilerde hareketsiz yatıyordu. İpler ikimize de dolanmıştı. İplerden kurtulmak için hayli çaba sarfettim, nihayet hareket edecek kadar serbest kalınca Rezzan’ı sarstım. Bana baktı ve ağlamaya başladı. “Ne oldu böyle Hasan?” dedi. “Bir yerinde herhangi bir ağrı filan varmı?” dedim. “Ayak bileğim ağrıyor” dedi. Hemen ayakkabısını çıkarıp baktım. Önemli bir şey yoktu. Sadece incinmişti. Sonra hemen düdük çalıp Faruk ile irtibat kurmaya çalştım. Bir müddet sonra Faruk bize seslenmeye başladı ve az sonra Faruk koşarcasına yanımıza geldi. Kendisinin fazla yuvarlanmadığını kenarda olduğu için çabuk durduğunu söyledi. Buraya kadar sağ gelişimize şaşırmıştı. Çünkü anlattığına göre kar seli kayaları sıyırarak akmıştı. Daha sonra geriye çıkmanın imkansız gibi olduğunu söyledi. Çünkü indiği yerin buz olduğunu elimizde kalan tek kazma ile çıkmanın imkansız olduğunu söyledi. Tek çarenin vadiye buradan inmek olduğunu söyledi. Bende oradan o halde çıkmayı göze almıyordum. Üstelik Rezzan’da ne olursa olsun artık aşağı inelim diyordu. Bu durumda süratle inişe geçmek gerekiyordu zira hava kararmaya başlamıştı. Ben ise vadilerin genelde bir uçurum ile son bulduğunu biliyordum. Bu konuyu biraz tartıştıktan sonra böyle bir kumar oynamaya karar verdik. İniş çok süratli oldu. Adeta koşarcasına bir an önce köye varmak Mehmet Ağanın evinde soba başında sıcak çorba içmeyi hayal ediyordum. Bu arada sol omuzumda bir ağrı hissetmeye başladım. Fakat aklım o kadar çok şey ile meşgul idi ki ağrıyı düşünecek vaktim yoktu. Bir ara vadi genişler gibi oldu. Sevindim. Hep batı tarafına indiğimizi sonunda Sokollu Pınar tarafına ineceğimizi zannediyordum. Fakat bir müddet sonra vadi tekrar daralmaya ve etrafımız dik kayalar almaya başlayınca endişem arttı. Sonunda bazı yerlerden zorlukla indik ve dik bir boğaza vardık. Hava iyice kardığından boğazın devamı görünmüyordu. Ben kayaya bir sikke çakarak iple alttaki sete indim. Yukardan Faruk ve Rezzan buradan inip inemeyeciğimizi bana sordu. Ben aşağı baktığımda bir set daha inmek gerektiğini ancak ipin yetersiz olacağını onlara söyledim. İpi tek kat yapıp kayada bıraksak bu sefer ikinci sete inmek imkansızdı. Ben karar vermek için tekrar yukarı çıkmaya çalıştım fakat kayada tutunacak yer çok kısıtlı idi ve kaya buz ile kaplı idi. Tek çare ip ile tırmanmaktı. Eldivenleri çıkartıp ipe sarıldım. Yorucu bir uğraştan sonra yukarıya vardım fakat ellerim soğuktan hissetmiyordu. Durumumuzu tekrar tartışınca geriye çıkmaktan başka bir çare kalmadığına karar verdik. Rezzan büyük bir ümitsizliğe kapıldı. İndiğimiz o kadar yolu tekrar çıkmak bana da olanaksız görünüyordu ama yapacak başka bir şey yoktu. Orda beklemek bir çözüm olamazdı. Nöbetleşe olarak Rezzan’a yardım ediyorduk. Uzun bir uğraşı dan sonra nihayet ilk düştüğümüz noktaya ulaştık. Hepimiz yorgunluktan ve soğuktan çok bitkin bir halde idik. Hava artık iyice kararmıştı. Ben bulunduğumuz yerden batı yüzüne geçmek için uygun bir yer arıyordum. Biraz önden giderek onlara yol gösteriyordum. Aramızda 15-20 metre kadar bir mesafe vardı. Tam bu sırada yukarıdan gelen bir patlama duydum. Korkuyla arkama baktım. Onlarda oldukları yerde dona kalmışlardı. Bana ne olduğunu sorar gibi bakıyorlardı. Önüme bakmaya fırsat bulamadan büyük bir hışırtı duydum ve göğsüme çarpan kar seli ile gerisin geriye yuvarlandım. O anda herhalde sonumuzun geldiğini düşündüğümü hatırlıyorum. Kulaklarımda unutamadığım bir uğultu, kar seli ile aşağı doğru akarken bir an kendimi boşlukta hissettim, sonra yere düşüş, tekrar boşluk sonra bir çarpma ve karanlık…(kendimi kaybetmişim)…..

***************
Uyanmadan önce bir takım rüyalar gördüğümü hatırlıyorum. Nihayet yüzüme yağan karı hissederek gözlerimi açtım. İlk önce nerede olduğumu ve ne yaptığımı kesin olarak idrak edemedim. Yavaş yavaş zihnim aydınlandı ve olayları hatırlamaya başladım. Hemen aklıma ilk gelen Faruk ve Rezzan oldu. Onların beni çok merak etmiş olduğunu düşünerek kalkmak istedim. Fakat kara boynuma kadar gömülü olduğum için hareket edemedim. Kolumun birini zorla kardan çıkardım. Diğer kolumun etrafındaki karları temizleyip yerimde doğrulmayı başardım. Belden aşağısı ve ayaklarım hala kara gömülü idi. Biraz daha mücadele edince ayağa kalkmayı başardım. Ayağa kalkınca ilk farkettiğim şey, eldivenlerimin, çantamın ve kazmamın kayıp olduğu idi. Şimdi bunları düşüncek zaman değildi ve şansımıza küfür ederek tekrar yukarı çıkmaya başladım. Ancak bir müddet sonra sert bir buz yamacına gelince daha fazla gidemedim. Artık gece tam anlamıyla bastırmıştı. Etrafımda hiç bir şey görünmüyordu sadece yüzüme vuran kar tanelerini hissediyordum. Düdüğümü çıkarıp var gücümle çaldım. Onlar ile irtibat kurmaya çalıştım. Bir ara çok derinden onların sesini duyar gibi oldum. Şimdi düşündüğüm zaman acaba o sesler hayal mıydı diye tereddüte düşüyorum. Sesleri bir iki kere daha duyar gibi oldum daha sonra sesler durdu. Ne dedikleri tam anlaşılmıyordu ama sanki bana yardım getireceklerini söyler gibiydiler. Bulunduğum yerde beklemekten başka çare yoktu. Az sonra büyük bir gürültü daha koptu. Bulunduğum kayanın arkasına iyice yaslanıp bekledim. Akabinde yanımdan büyük bir hızla bir çığ daha geçti. Çığın havaya kaldırdığı karları yüzümde hissettim. Bu arada onların da tehlikede olabilecekleri kesinlikle aklıma gelmiyordu. Bu bekleyiş sürdükçe uyku bastırdı. Bütün gece dişlerimin birbirine çarptığını ve dizlerimin titrediğini çok iyi hatırlıyorum. Ayakta uyumanın ne olduğunu orda oğrendim. Dik bir yamacın dibinde beni koruyan tek şey bu kaya parçası idi. Yer yer uyukladığımda başım kayaya çarpıyor ve tekrar uyanıyordum. Hatta bir ara yere yuvarlanınca uyandığımı çok iyi hatırlıyorum. Bu saatlerce devam etti ve nihayet hava yavaş yavaş ağarmaya başladı. Bir ara elimle yüzüme dokununca bütün yüzümün kan ile kaplı olduğunu farkettim. Sağ gözümün altında derin bir yara açılmıştı. Neyseki kanlar soğuktan donmuş ve kanama durmuştu. Sabah iyice kendime gelince farkettimki ayaklarım iyice uyuşmuştu. Zorlukla oynatabiliyordum. Tamamen ıslak olan pantalonum kaskatı kesilmisti. Bir ümit ile tekrar düdük çalmaya başladım ve etrafıma bakındım. Onlara ait hiç bir iz göremedim. Hafifçe yağan karın hışırtısından başka bir şey duyulmuyordu. Onların beni yukarda beklemekte olduklarını tahmin ettim ve tek çareyi tekrar tırmanmakta buldum. Ne pahasına olursa olsun yukarı çıkıp onlara ulaşmam gerekli idi. geçtiğim gece çıkamadığım noktaya gelince ellerimi karın içine sokarak ve ayakkabımın ucunu kara saplayarak tırmanmayı başardım. Fakat az ilerde kar tekrar yumuşadığı için belime kadar kar içinde yürümem gerekiyordu. Ayaklarım tamamen su içinde yüzüyor gibi idi. Bir ara durup ayağımdaki yırtık kar tozluğunu çıkarıp sırtıma astım. göğsümde ise bir göğüs bağı vardı. Bunun haricinde malzeme olarak hiç bir şeyim yoktu. Bazan gömüldüğüm kardan kurtulmak için çıplak ellerimi kullanmak zorunda kalıyordum. Hemen sonra ellerimi cebime sokarak daha fazla donmasını önlemeye çalışıyordum. Hava gündüz olduğundan biraz ısınmıştı. Bu yüzden yüzümdeki yara tekrar kanamaya başladı. Kanlar üstüme damlıyor, göğsümdeki ipin üzerinde tekrar donuyordu. Bir ara müthiş bir sususluk ve açlık hissetmeye başladım. Yerden bir tutam kar alıp yemeye çalıştım ama bu sususluğu gidermiyordu. Daha sonra ipi ağzıma alıp emmeye başladım. Kanlı ipteki kendi kanımın tadı bana ilaç gibi geldi. Hem susuzluğumu hemde açlığımı bir nebze olsun gideriyordu. Üstelik kaybettiğim kanı bu şekilde tekrar vücuduma geri dönüşüm yapmış oluyordum. Ama yinede kan kaybı ve yorgunluktan çok bitkin düşmüştüm. Her iki adımda bir durup dinlenmek ihtiyacını hissediyordum. Bu böyle en az 5-6 saat devam etti. Öğleye doğru çığın ilk çarptığı yere varmayı başardım. görünürde kimseler yoktu. Bir kaç kez daha düdük çaldıktan sonra cevap veren olmadığı için tek bir ihtimal olduğunu düşündüm. Köye gidip yardım toplamaya gitmiş olmalılar diye düşündüm. Onlara yetişmeliydim. Ancak o kadar yorulmuştum ki azıcık dinleneyim diye oturduğumda uyuya kalmışım. Ne kadar uyuduğumu hatırlamıyorum. Uyandığımda yine ayaklarım uyuşmuştu. Doğrulup hareket etmeye çalıştım. Ayaklarım biraz açılınca inişe başladım. Bir iki yan geçiş yaptıktan sonra dağın Batı yüzüne vardığımı tahmin ettim. Sis hala etrafı iyice görmeme engel oluyordu. Koşarcasına inmeye başladım. Yürüdüğüm her yer gece düşen çığlar ile kaplı idi. Faruk ile Rezzan’ın bu çığlar altında kalmış olmaları fikri beni çok korkutuyordu. Buna inanmak bile istemiyordum. Görüş mesafesi çok azdı. Kar bütün gece durmamıştı. Bir ara uzakta iki karaltı gördüğümde bağırıp çağırıp yanlarına koşuyordum. Ancak yanına gelince bunların birer kayadan ibaret olduğunu görünce çok hayal kırıklığına kapılıyordum. Bu hayal kırıklığı bir kaç kez tekrarlandıktan sonra nihayet sis azalmaya ve etraf görünmeye başladı. Uzaktan ova ve Demirkazık köyü göründü. Mücadeleyi kazanmıştım. Şimdi Faruk ve Rezzan’ı kucaklamak için köye koşmaktan başka yapılcak şey yoktu. Sanki onların köyde beni bekler olduğuna kesin bir şekilde inanmıştım.
Köye yaklaşınca Mehmet Ağanın oğlu beni karşıladı. Ona Rezzan ile Faruk’un gelip gelmediğini hemen sordum. Ne yazıkki cevabı “hayır” oldu. Bu cevap benim o ana kadar bozmamaya çalıştığım moralimi tamamen yok etti. Ama yinede benden sonra geleceklerinin ümidini kaybetmek istemedim.

Mehmet Ağanın evine vardığımda ilk işim kana kana su içmek oldu. Sonra diğer köy sakinleri geldi ve onlara olayı anlattım. Daha sonra kasabaya gidip durumu kaymakam’a anlattım. Bundan sonra olanları ODTÜ dağcılık külübündeki arkadaşlar ile yaşadık. Onlar herşeyi bırakıp bir an önce yanıma gelip arama ve kurtarma çalışmalarına katıldılar. Ancak bu aramalarda sonuç vermedi ve onların buzun altında kalan cesetlerini ancak bir ay sonra bulabildik.

Olayın etkisinden uzun bir süre kurtulamadım. Şimdi herşey geçmişte kalan acı bir hatıra. Bu olay iki hayata mal oldu. Ne yazıkkı üzülmek onları geri getirmiyor. Rezzan ve Faruk’u içimizde yaşatmak, hatıralarını belleğimizden çıkarmamak yapabileceğimiz tek şey.


Hasan Akay

3 Aralik 1975

3 comments:

  1. 1974 yılı Nisanında ODTÜ'den yaklaşık 30 kişi ile ve yine Batı duvarından zirve yapmış bir kişi olarak o günleri anımsadım. Olayı da hatırlıyorum. Sonrasında bir daha dağlara çıkamadım. Korkudan mı? Belki.

    ReplyDelete
  2. Hasan Hocam Merhabalar,

    Ben de 1987 den itibaren DKSK'lı bir ODTÜ'lüyüm. Kolun odasında asılı olan Faruk ve Rezzan'ın çerçeveli siyah beyaz resmine yıllarca bakıp hep hüzünlenmiş ve çeşitli şeyler düşünmüşüzdür. Şimdi konuyu brinci elden bu detayla okuma şansım oldu, çok üzgünüz. Sizden 1 yıl önce de "Kazım" kazası var, ancak ondan hiç kimse bahsetmezdi, sizlerle tanışmayı çok isteriz. Dağcılık üniversite hayatımızda kaldıysa da, yine DKSK da öğrendiğimiz kayağa dağlarda devam, sevgilerimle...
    Hakan ÜRENÇ / ANTALYA

    ReplyDelete
  3. Hasan Hocam Merhabalar,

    Ben de 1987 den itibaren DKSK'lı bir ODTÜ'lüyüm. Kolun odasında asılı olan Faruk ve Rezzan'ın çerçeveli siyah beyaz resmine yıllarca bakıp hep hüzünlenmiş ve çeşitli şeyler düşünmüşüzdür. Şimdi konuyu brinci elden bu detayla okuma şansım oldu, çok üzgünüz. Sizden 1 yıl önce de "Kazım" kazası var, ancak ondan hiç kimse bahsetmezdi, sizlerle tanışmayı çok isteriz. Dağcılık üniversite hayatımızda kaldıysa da, yine DKSK da öğrendiğimiz kayağa dağlarda devam, sevgilerimle...
    Hakan ÜRENÇ / ANTALYA

    ReplyDelete