Dağcılık KAZASI
Yazan: Hasan Akay
Bu yasadığım gerçek
bir dağcılık hikayesidir...Bu yazıyı ODTÜ de Aralık 1975 de yazmıştım. Metni
aynen aşağıdadır
==========================================================
Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Dağcılık Kulübu 3
Aralık 1975
DEMİRKAZIK
Bu yazıyı olaydan bu kadar zaman geçtikten sonra yazmam ilk
başta bana biraz saçma geldi. Ama birazda böyle olması gerekiyordu çünkü yakın
bir tarihe kadar olayı hatırlamak bile istemiyordum. Artık bu konuda fikirlerim
sakinleşti. Olayı hatırlayışım geçmişte olan diğer acı hatıraları
hatırlayışımdan farksız. Gerçi bu benim şimdiye kadar başımdan geçenlarin en
yıkıcısı ve anlatılmaz derecede üzücü olanı. Ama yinede insan alışıyor. İlk
başlardaki gibi olay beynimi ve hafızamı zorlamıyor. Ben bugün bir şeyler
yazmak istedimki benden sonra gelecek ve bu satırları okuyacak arkadaşlar hiç
olmazsa ibret alarak daha dikkatli olsunlar.
Evet çok sevdiğim dağcılık sporunun bir parçası olarak kabul
ettiğim Faruk Suner arkadaşımı ve Rezzan Okşar’ı kaybedeli sekiz aya yakın bir
zaman geçti. Zamanda bu kadar geriye gitmek benim için ürkütücü ama ister
istemez hatıralarım beni olayın başlangıcına, 16 Nisan 1975’e sürüklüyor.
ODTÜ’nun boykot nedeni ile kapatılma haberini alınca aklıma
ilk gelen dağa çıkmak oldu. Uzun zamandan beri dağa çıkmamış olduğum için bunu
yapmayı kesinlikle arzuluyordum. Faruk ile devamlı olarak dağlardan bahseder,
nereye ne zaman çıkacağımızı tartışırdık. Fakat hep vakit azlığı yüzünden bir
türlü fırsat olmazdı.
Bu sefer öyle olmadı. Onu gördüğüm zaman onunda dağa gitmeye
karar verdiğini gözlerinin gülüşünden anlamıştım. Oturup nereye gideceğimizi
kararlaştırdık: Demirkazık. Evet bir süre önce yaptığımz kış çıkışı denemesinde
Demirkazık zirvesine yakın bir yerden dönmüştük. Bu sefer muhakkak çıkmalıydık.
Arkadaşımız Rezzan da uzun zamandan beri dağa gitmek istediğini söylüyordu.
Faruk ona haber verip gelip gelemiyeceğini soralım dedi. Rezzan’a bu konuyu
açtığımızda gelmeyi çok istediğini ancak malzemesi olmadığını söyledi. Faruk
malzeme bulmakta okulda tek olduğundan bu mesele kolayca halledildi.
Ertesi gün hemen yola çıktık. Demirkazık köyüne vardığımızda
Mehmet Ağa bizi çok iyi karşıladı. Rezzan’ı çok sevdiler. Malesef köye
geldiğimizden beri hava bozuktu. Oturup havanın açması için iki gün bekledik.
Üçüncü gün havanın şiddeti hafiflemiş ve yağmur durmuştu. Dağa çıkmak isteği
ile yerimizde duramıyorduk. Ne olursa olsun çıkışa başlamak istiyorduk.
Rezzan’ın fikrini sorduğumuzda o daima “Siz neye karar verirseniz ben kabul
ederim” diyordu. Faruk eğer çıkamazsak döneriz diyordu. Ben ise tam elverişli
şartlar olmadıkça çıkmak istemiyordum. Fakat köye kadar gelip dağa çıkmadan
dönmekte istemiyordum. Bunun üzerine Faruk’un fikrine katılıp çıkışa karar
verdik. 19 Nisan gecesi saat 22:00 de Demirkazik köyünden ayrıldık.
İlk başlarda herşey iyi gidiyordu. Köyden ayrıldıktan iki
saat sonra çarşak(ufak taşlardan oluşan yamaç)ın başına gelmiştik. Bir ara
zirvedeki bulutlar sıyrıldı ve dağ ay ışığında parlayan karlar ile çekici bir
mücevher gibi karşımıza çıktı. Sanki bize “haydi gelin, yüceliğime sahip olun”
der gibiydi. O anda duyduğum mutluluğu saklayamadım ve arkama dönüp “Şu anda
benden mutlu kimse yoktur” dedim. Rezzan, “Hayır var benim” dedi. Gülüştük…
Kar başlangıcında durup mola verdik. Yanımızda bulunan
kramponu Rezzan’ın ayağına taktım. Teşekkür etti ve tekrar yola koyulduk. Çıkış
gayet kolay oluyordu. Bir önceki gibi kar yumuşak olmadığından batmıyordu ve
hava gayet ılıktı. Ertesi sabah 6:00 sıralarında çarşakın sonuna, kayaların
başlangıcına vardık. Bu sırada hava kapatmış ve hafiften bir kar başlamıştı.
Bir müddet sonrada görüş mesafesi iyice azalmıştı fakat dağı çok iyi tanıdığım
için ciddi bir tehlike sayılmazdı. Ancak yinede görüş mesafesi çok kısıtlı
olduğu için normal geçit yolu yerine yanlış bir rotaya saptık. Ben arkada
gidiyordum. Bir ara Faruk bana ilerleyemediğini söyledi. Buzlu bir yamaca
gelmiştik. Hemen öne geçip kazmanin yardımı ile buzu aştım. Yukarıda emniyete
alacak bir kaya aradım fakat elimizdeki ip kısa olduğundan uygun bir kaya
bulamadım. Kardan emniyete almaya karar verdim ve ipi onlara attım. Fakat ip
dolaştiği için onlara yetişmedi. Bu arada Rezzan ipi tutacağim diye eldivenini
çıkarmış soğuk iyice arttığından elleri hemen donmuş. Aşağıda Faruk onun ellerini
ısıtmaya çalışıyordu. Ben ipi toplayıp tekrar attım. Yine ip yetişmedi. Bunu
bir iki kere tekrarladımsa da bir netice vermedi. Çantamı çıkarıp karın üstüne
bıraktım ve yavaş yavaş aşağıya inip ipin ucunu onlara verdim. Tekrar yukarı
çıkıp kazma ile emniyet aldım. Elimdeki kazma kısa idi ve kar da çok yumuşaktı.
Kazmaya var gücümle basıyor bir yandan da ipi gergin tutmaya çalışıyordum.
Nihayet Rezzan yanıma geldi. Üşümüş olan ellerini kazağımın içine sokup ısıttım
ve ona çantadaki yedek eldivenimi verdim. Bu sırada kendisi hiç bir şikayette
bulunmamıştı ve cesareti beni şaşırtmıstı. Faruk’ta yanımıza geldikten sonra
ben önden tırmanıp uygun bir geçit aramaya başladım. Bir müddet kaya tırmanışı
yaptıktan sonra geldiğimiz yeri tanıdım ve geri dönerek Faruk ile Rezzan’ı
yanıma çağırdım. Onlar yanıma geldikten sonra biraz mola verdik. Rezzan kaya
tırmanırken biraz yorulmuştu. Fakat hiç şikayet etmiyordu. Tekrar yola koyulup
geçite doğru ilerlemeye başladık. Zirveye giden boğazın dibindeki vadiye
inerken Faruk çok dikkatli davranıyordu. Ben işe Faruk’un onbeş dakika
harcadığı yerden bir dakikada adeta yuvarlanarak inmiştim. Rezzan emniyetle
indikten sonra Faruk’u bekledik. Nihayet o da yanımıza geldi. Buluştuğumuz yer
bayağı dikti ve kar çok derindi. Her an bir kayma olacağını söyleyip çok
dikkatli olmasını Rezzan’a hatırlatıyordum. Ben önden gidip ip ile onları
emniyete aldım. Kısa bir müddet sonra boğazın dibine vardık. Kar çok yumuşak
olduğundan her adım bizi olduğumuz yerden çok az öteye götürüyordu. Kısa adımla
ilerlemek imkansızdı. Ancak ayağımı yarım metre yukarı attığım zaman on santim
kadar yükselebiliyordum. Bu şekilde batı duvarının sonuna vardık. Çıkışı tam
dik yaptığımızdan zirveye giden geçit aşağıda kalmıştı. Artık zirve hizasına
gelmiştik ve geriye sadece ince bir boyun kalmıştı. Boynun bir tarafı çok dik
olan kuzey yüzü diğer tarafı da güney yüzü idi. Bu şartlar altında Rezzan ve
Faruk zirveye gitmenin gereksiz olduğunu gayemize ulaştığımızı düşündüler. Ben
ise yinede zirveye gitmek istiyordum. Onları orada bırakıp tek başıma yola
koyuldum. En azından deftere çıktığımızın ispatı olan bir imza atmak
istiyordum. Fakat bir müddet sonra yan geçiş yapmam gerekti ve kayalar
tehlikeli bir şekilde buzlu ve kaygan idi. Yalnız olduğum için ve emniyet bulunmadığı
için şansımı daha fazla zorlamak istemedim ve geri dönmeye karar verdim.
Deftere imza atmanın bu kadar önemli olmadığına kendimi inandırdım, nasıl olsa
zirve yüksekliğine erişmiştik zaten.
Onbeş, yirmi dakika kadar dinlenip dönmeye karar verdik. Faruk
inerken Rezzan’ı emniyete almamı söyledi. Ben ve Rezzan ipe bağlandık. Faruk
önde arkasında Rezzan ve ben inişe geçtik. İnişe henüz başlamıştıkki ne
olduğunu anlayamadım. Altımdaki kar kopmuştu, ve yeni yağan kar altındaki sert
kar üstünden çığ gibi akıp gidiyordu. Kazmayı saplayıp durmaya çalıştım. Çabam
nafile idi. O anda tek düşündüğüm Rezzan’a ne olduğu idi. Arada sırada onu
görur gibi oluyordum. Bağırmak ve bir şeyler söylemek istiyordum ancak ağzıma,
burnuma dolan karları üfleyip nefes almaya çalışmaktan başka bir şey
yapamıyordum. O an kulaklarımdaki uğultuyu ömrüm boyunca unutamam. Tek
düşündüğüm şey ne zaman bir kayaya çarpıp öleceğimdi. Bir ara yavaşladığımızı
fark ettim. Nihayet içinde bulunduğumuz kar seli yavaşladı ve durdu. Kendimi
toparlayınca aklıma ilk gelen Rezzan oldu. Ona baktım az ilerde hareketsiz
yatıyordu. İpler ikimize de dolanmıştı. İplerden kurtulmak için hayli çaba
sarfettim, nihayet hareket edecek kadar serbest kalınca Rezzan’ı sarstım. Bana
baktı ve ağlamaya başladı. “Ne oldu böyle Hasan?” dedi. “Bir yerinde herhangi
bir ağrı filan varmı?” dedim. “Ayak bileğim ağrıyor” dedi. Hemen ayakkabısını
çıkarıp baktım. Önemli bir şey yoktu. Sadece incinmişti. Sonra hemen düdük
çalıp Faruk ile irtibat kurmaya çalştım. Bir müddet sonra Faruk bize seslenmeye
başladı ve az sonra Faruk koşarcasına yanımıza geldi. Kendisinin fazla
yuvarlanmadığını kenarda olduğu için çabuk durduğunu söyledi. Buraya kadar sağ
gelişimize şaşırmıştı. Çünkü anlattığına göre kar seli kayaları sıyırarak
akmıştı. Daha sonra geriye çıkmanın imkansız gibi olduğunu söyledi. Çünkü
indiği yerin buz olduğunu elimizde kalan tek kazma ile çıkmanın imkansız
olduğunu söyledi. Tek çarenin vadiye buradan inmek olduğunu söyledi. Bende
oradan o halde çıkmayı göze almıyordum. Üstelik Rezzan’da ne olursa olsun artık
aşağı inelim diyordu. Bu durumda süratle inişe geçmek gerekiyordu zira hava
kararmaya başlamıştı. Ben ise vadilerin genelde bir uçurum ile son bulduğunu
biliyordum. Bu konuyu biraz tartıştıktan sonra böyle bir kumar oynamaya karar
verdik. İniş çok süratli oldu. Adeta koşarcasına bir an önce köye varmak Mehmet
Ağanın evinde soba başında sıcak çorba içmeyi hayal ediyordum. Bu arada sol
omuzumda bir ağrı hissetmeye başladım. Fakat aklım o kadar çok şey ile meşgul
idi ki ağrıyı düşünecek vaktim yoktu. Bir ara vadi genişler gibi oldu.
Sevindim. Hep batı tarafına indiğimizi sonunda Sokollu Pınar tarafına
ineceğimizi zannediyordum. Fakat bir müddet sonra vadi tekrar daralmaya ve
etrafımız dik kayalar almaya başlayınca endişem arttı. Sonunda bazı yerlerden
zorlukla indik ve dik bir boğaza vardık. Hava iyice kardığından boğazın devamı
görünmüyordu. Ben kayaya bir sikke çakarak iple alttaki sete indim. Yukardan
Faruk ve Rezzan buradan inip inemeyeciğimizi bana sordu. Ben aşağı baktığımda
bir set daha inmek gerektiğini ancak ipin yetersiz olacağını onlara söyledim.
İpi tek kat yapıp kayada bıraksak bu sefer ikinci sete inmek imkansızdı. Ben
karar vermek için tekrar yukarı çıkmaya çalıştım fakat kayada tutunacak yer çok
kısıtlı idi ve kaya buz ile kaplı idi. Tek çare ip ile tırmanmaktı. Eldivenleri
çıkartıp ipe sarıldım. Yorucu bir uğraştan sonra yukarıya vardım fakat ellerim
soğuktan hissetmiyordu. Durumumuzu tekrar tartışınca geriye çıkmaktan başka bir
çare kalmadığına karar verdik. Rezzan büyük bir ümitsizliğe kapıldı. İndiğimiz
o kadar yolu tekrar çıkmak bana da olanaksız görünüyordu ama yapacak başka bir
şey yoktu. Orda beklemek bir çözüm olamazdı. Nöbetleşe olarak Rezzan’a yardım
ediyorduk. Uzun bir uğraşı dan sonra nihayet ilk düştüğümüz noktaya ulaştık.
Hepimiz yorgunluktan ve soğuktan çok bitkin bir halde idik. Hava artık iyice
kararmıştı. Ben bulunduğumuz yerden batı yüzüne geçmek için uygun bir yer
arıyordum. Biraz önden giderek onlara yol gösteriyordum. Aramızda 15-20 metre
kadar bir mesafe vardı. Tam bu sırada yukarıdan gelen bir patlama duydum.
Korkuyla arkama baktım. Onlarda oldukları yerde dona kalmışlardı. Bana ne
olduğunu sorar gibi bakıyorlardı. Önüme bakmaya fırsat bulamadan büyük bir
hışırtı duydum ve göğsüme çarpan kar seli ile gerisin geriye yuvarlandım. O
anda herhalde sonumuzun geldiğini düşündüğümü hatırlıyorum. Kulaklarımda
unutamadığım bir uğultu, kar seli ile aşağı doğru akarken bir an kendimi
boşlukta hissettim, sonra yere düşüş, tekrar boşluk sonra bir çarpma ve
karanlık…(kendimi kaybetmişim)…..
***************
Uyanmadan önce bir takım rüyalar gördüğümü hatırlıyorum.
Nihayet yüzüme yağan karı hissederek gözlerimi açtım. İlk önce nerede olduğumu
ve ne yaptığımı kesin olarak idrak edemedim. Yavaş yavaş zihnim aydınlandı ve
olayları hatırlamaya başladım. Hemen aklıma ilk gelen Faruk ve Rezzan oldu.
Onların beni çok merak etmiş olduğunu düşünerek kalkmak istedim. Fakat kara
boynuma kadar gömülü olduğum için hareket edemedim. Kolumun birini zorla kardan
çıkardım. Diğer kolumun etrafındaki karları temizleyip yerimde doğrulmayı
başardım. Belden aşağısı ve ayaklarım hala kara gömülü idi. Biraz daha mücadele
edince ayağa kalkmayı başardım. Ayağa kalkınca ilk farkettiğim şey,
eldivenlerimin, çantamın ve kazmamın kayıp olduğu idi. Şimdi bunları düşüncek
zaman değildi ve şansımıza küfür ederek tekrar yukarı çıkmaya başladım. Ancak
bir müddet sonra sert bir buz yamacına gelince daha fazla gidemedim. Artık gece
tam anlamıyla bastırmıştı. Etrafımda hiç bir şey görünmüyordu sadece yüzüme
vuran kar tanelerini hissediyordum. Düdüğümü çıkarıp var gücümle çaldım. Onlar
ile irtibat kurmaya çalıştım. Bir ara çok derinden onların sesini duyar gibi
oldum. Şimdi düşündüğüm zaman acaba o sesler hayal mıydı diye tereddüte
düşüyorum. Sesleri bir iki kere daha duyar gibi oldum daha sonra sesler durdu.
Ne dedikleri tam anlaşılmıyordu ama sanki bana yardım getireceklerini söyler
gibiydiler. Bulunduğum yerde beklemekten başka çare yoktu. Az sonra büyük bir
gürültü daha koptu. Bulunduğum kayanın arkasına iyice yaslanıp bekledim. Akabinde
yanımdan büyük bir hızla bir çığ daha geçti. Çığın havaya kaldırdığı karları
yüzümde hissettim. Bu arada onların da tehlikede olabilecekleri kesinlikle
aklıma gelmiyordu. Bu bekleyiş sürdükçe uyku bastırdı. Bütün gece dişlerimin
birbirine çarptığını ve dizlerimin titrediğini çok iyi hatırlıyorum. Ayakta
uyumanın ne olduğunu orda oğrendim. Dik bir yamacın dibinde beni koruyan tek
şey bu kaya parçası idi. Yer yer uyukladığımda başım kayaya çarpıyor ve tekrar
uyanıyordum. Hatta bir ara yere yuvarlanınca uyandığımı çok iyi hatırlıyorum.
Bu saatlerce devam etti ve nihayet hava yavaş yavaş ağarmaya başladı. Bir ara
elimle yüzüme dokununca bütün yüzümün kan ile kaplı olduğunu farkettim. Sağ
gözümün altında derin bir yara açılmıştı. Neyseki kanlar soğuktan donmuş ve
kanama durmuştu. Sabah iyice kendime gelince farkettimki ayaklarım iyice
uyuşmuştu. Zorlukla oynatabiliyordum. Tamamen ıslak olan pantalonum kaskatı
kesilmisti. Bir ümit ile tekrar düdük çalmaya başladım ve etrafıma bakındım.
Onlara ait hiç bir iz göremedim. Hafifçe yağan karın hışırtısından başka bir
şey duyulmuyordu. Onların beni yukarda beklemekte olduklarını tahmin ettim ve
tek çareyi tekrar tırmanmakta buldum. Ne pahasına olursa olsun yukarı çıkıp
onlara ulaşmam gerekli idi. geçtiğim gece çıkamadığım noktaya gelince ellerimi
karın içine sokarak ve ayakkabımın ucunu kara saplayarak tırmanmayı başardım.
Fakat az ilerde kar tekrar yumuşadığı için belime kadar kar içinde yürümem
gerekiyordu. Ayaklarım tamamen su içinde yüzüyor gibi idi. Bir ara durup ayağımdaki
yırtık kar tozluğunu çıkarıp sırtıma astım. göğsümde ise bir göğüs bağı vardı.
Bunun haricinde malzeme olarak hiç bir şeyim yoktu. Bazan gömüldüğüm kardan
kurtulmak için çıplak ellerimi kullanmak zorunda kalıyordum. Hemen sonra
ellerimi cebime sokarak daha fazla donmasını önlemeye çalışıyordum. Hava gündüz
olduğundan biraz ısınmıştı. Bu yüzden yüzümdeki yara tekrar kanamaya başladı.
Kanlar üstüme damlıyor, göğsümdeki ipin üzerinde tekrar donuyordu. Bir ara
müthiş bir sususluk ve açlık hissetmeye başladım. Yerden bir tutam kar alıp
yemeye çalıştım ama bu sususluğu gidermiyordu. Daha sonra ipi ağzıma alıp
emmeye başladım. Kanlı ipteki kendi kanımın tadı bana ilaç gibi geldi. Hem
susuzluğumu hemde açlığımı bir nebze olsun gideriyordu. Üstelik kaybettiğim
kanı bu şekilde tekrar vücuduma geri dönüşüm yapmış oluyordum. Ama yinede kan
kaybı ve yorgunluktan çok bitkin düşmüştüm. Her iki adımda bir durup dinlenmek
ihtiyacını hissediyordum. Bu böyle en az 5-6 saat devam etti. Öğleye doğru
çığın ilk çarptığı yere varmayı başardım. görünürde kimseler yoktu. Bir kaç kez
daha düdük çaldıktan sonra cevap veren olmadığı için tek bir ihtimal olduğunu
düşündüm. Köye gidip yardım toplamaya gitmiş olmalılar diye düşündüm. Onlara
yetişmeliydim. Ancak o kadar yorulmuştum ki azıcık dinleneyim diye oturduğumda
uyuya kalmışım. Ne kadar uyuduğumu hatırlamıyorum. Uyandığımda yine ayaklarım
uyuşmuştu. Doğrulup hareket etmeye çalıştım. Ayaklarım biraz açılınca inişe
başladım. Bir iki yan geçiş yaptıktan sonra dağın Batı yüzüne vardığımı tahmin
ettim. Sis hala etrafı iyice görmeme engel oluyordu. Koşarcasına inmeye
başladım. Yürüdüğüm her yer gece düşen çığlar ile kaplı idi. Faruk ile
Rezzan’ın bu çığlar altında kalmış olmaları fikri beni çok korkutuyordu. Buna
inanmak bile istemiyordum. Görüş mesafesi çok azdı. Kar bütün gece durmamıştı.
Bir ara uzakta iki karaltı gördüğümde bağırıp çağırıp yanlarına koşuyordum.
Ancak yanına gelince bunların birer kayadan ibaret olduğunu görünce çok hayal
kırıklığına kapılıyordum. Bu hayal kırıklığı bir kaç kez tekrarlandıktan sonra
nihayet sis azalmaya ve etraf görünmeye başladı. Uzaktan ova ve Demirkazık köyü
göründü. Mücadeleyi kazanmıştım. Şimdi Faruk ve Rezzan’ı kucaklamak için köye
koşmaktan başka yapılcak şey yoktu. Sanki onların köyde beni bekler olduğuna
kesin bir şekilde inanmıştım.
Köye yaklaşınca Mehmet Ağanın oğlu beni karşıladı. Ona
Rezzan ile Faruk’un gelip gelmediğini hemen sordum. Ne yazıkki cevabı “hayır”
oldu. Bu cevap benim o ana kadar bozmamaya çalıştığım moralimi tamamen yok etti.
Ama yinede benden sonra geleceklerinin ümidini kaybetmek istemedim.
Mehmet Ağanın evine vardığımda ilk işim kana kana su içmek
oldu. Sonra diğer köy sakinleri geldi ve onlara olayı anlattım. Daha sonra
kasabaya gidip durumu kaymakam’a anlattım. Bundan sonra olanları ODTÜ dağcılık
külübündeki arkadaşlar ile yaşadık. Onlar herşeyi bırakıp bir an önce yanıma
gelip arama ve kurtarma çalışmalarına katıldılar. Ancak bu aramalarda sonuç
vermedi ve onların buzun altında kalan cesetlerini ancak bir ay sonra bulabildik.
Olayın etkisinden uzun bir süre kurtulamadım. Şimdi herşey
geçmişte kalan acı bir hatıra. Bu olay iki hayata mal oldu. Ne yazıkkı üzülmek
onları geri getirmiyor. Rezzan ve Faruk’u içimizde yaşatmak, hatıralarını
belleğimizden çıkarmamak yapabileceğimiz tek şey.
Hasan Akay
1974 yılı Nisanında ODTÜ'den yaklaşık 30 kişi ile ve yine Batı duvarından zirve yapmış bir kişi olarak o günleri anımsadım. Olayı da hatırlıyorum. Sonrasında bir daha dağlara çıkamadım. Korkudan mı? Belki.
ReplyDeleteHasan Hocam Merhabalar,
ReplyDeleteBen de 1987 den itibaren DKSK'lı bir ODTÜ'lüyüm. Kolun odasında asılı olan Faruk ve Rezzan'ın çerçeveli siyah beyaz resmine yıllarca bakıp hep hüzünlenmiş ve çeşitli şeyler düşünmüşüzdür. Şimdi konuyu brinci elden bu detayla okuma şansım oldu, çok üzgünüz. Sizden 1 yıl önce de "Kazım" kazası var, ancak ondan hiç kimse bahsetmezdi, sizlerle tanışmayı çok isteriz. Dağcılık üniversite hayatımızda kaldıysa da, yine DKSK da öğrendiğimiz kayağa dağlarda devam, sevgilerimle...
Hakan ÜRENÇ / ANTALYA
Hasan Hocam Merhabalar,
ReplyDeleteBen de 1987 den itibaren DKSK'lı bir ODTÜ'lüyüm. Kolun odasında asılı olan Faruk ve Rezzan'ın çerçeveli siyah beyaz resmine yıllarca bakıp hep hüzünlenmiş ve çeşitli şeyler düşünmüşüzdür. Şimdi konuyu brinci elden bu detayla okuma şansım oldu, çok üzgünüz. Sizden 1 yıl önce de "Kazım" kazası var, ancak ondan hiç kimse bahsetmezdi, sizlerle tanışmayı çok isteriz. Dağcılık üniversite hayatımızda kaldıysa da, yine DKSK da öğrendiğimiz kayağa dağlarda devam, sevgilerimle...
Hakan ÜRENÇ / ANTALYA